BUGÜN ASLINDA BAYRAM
02 Eylül 2011 Cuma 11:17
Bugün bayram! Ne çok şarkı, türkü, şiir, deyiş vs. vardır bayrama dair. Yazıya oturur oturmaz, fark ettim ki, zihnim bunların işgali altında.
Barış Manço’nun sesi çınladı önce: “Bugün bayram erken kalkın çocuklar/ giyelim en güzel giysileri.” Tamam, artık çocuk değilim; yine de erken kalktım. Kocaman adam olmuşuz, işimiz gücümüz var, dünyanın meseleleri bizden sorulur! E haliyle “en güzel giysilerimi(zi) giymek” için olamaz erken kalkışımız. Benim derdim, bu yazıyı yetiştirmek!
Bayram neşe, sevinç, huzur, kardeşlik demektir. İşte en beylik bayram şarkısı da öyle diyor zaten: “Hayat bayram olsa/ insanlar el ele tutuşsa/ birlik olsa/ uzansak sonsuza.”
Bugün bayram; ama hayat öyle değil! Ne yurtta barış var ne de cihanda! Sahi iki gün sonra “Dünya Barış Günü” değil mi? Cihanı bırakalım bir kenara, bu memleket kaç bayramdır barışa hasret! Bu bayramı da, barışa en uzak noktada idrak ediyoruz. En çok Cem Karaca’nın sesinden duymaya alıştığımız şarkının sözlerini “barış”a uyarlamak, münasebetsizlik olmaz herhalde: “Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar.”
Barış olmayınca, bayram da bayram olmuyor haliyle. O zaman da hasret kalıyoruz pek çok olağan güzelliğe. Ahmed Arif’le devam edelim: “barışa, bayrama hasret/ uykulara, derin, kaygısız, rahat/ otuziki dişimizle gülmeğe/ doyasıya sevişmeğe, yemeğe.”
Bu hasret, doludizgin devam ediyor. Ölüleri saymakla meşgulüz hâlâ! Hava harekâtında şu kadar “terörist etkisiz hale getirildi” diye anons ediyor Genelkurmay, bayram kutlama mesajı niyetine herhalde.
Öte yandan, operasyonlara karşı “canlı kalkan” olmak için yürüyen insanlara gaz bombası atıyor polis, bayram şekeri niyetine herhalde. Bir insan hayatı daha yok oluyor, öfke biraz daha kabarıyor. Daha bu insanın cenazesi kalkmamışken, mayın patlatıyor PKK, havaifişek niyetine herhalde. Üç insan daha ölüyor, öfke biraz daha kabarıyor.
Sezen Aksu’nun sesinden yükselen o keskin ihtarın doğru olmadığını söyleyebilir miyiz: “Masum değiliz hiçbirimiz!”
Sartre’ın, Cezayir’e yönelik Fransız saldırısına ve savaşın acımasız akışına kayıtsız kalan topluma hitaben söylediği “hepimiz katiliz” sözü yerine, “hiçbirimiz masum değiliz” demeyi tercih ediyorum. Bunu söyleyince, kızan çok olur, biliyorum. Acı ve keder, öfke ve nefret kaynağı haline gelince; taraflar kendi konumlarının sorgulanmasına kolay kolay tahammül etmezler. Bu yazıya büyük siyasi tahlil lafları katmak istemiyorum, ama araya bir iki cümle sokuşturmaktan da kendimi alamıyorum:
Demokratik siyasetin en önemli meselesi, “nefretin denetim altına alınmasıdır” (Alain Badiou). Sürekli tekrar eden şiddet, nefretin dizginlerinden boşalmasına yol açar. Sırf bu nedenle bile, demokratik siyasetin imkânlarını hızla bitirir. Bu yüzden, “şiddet döngülerini durdurarak daha az şiddet içeren sonuçlar üretmek istiyorsak, keder siyasi olarak savaş çığlığından başka neye dönüştürülebilir sorusunu sormamız” gerekiyor (Judith Butler).
Herkesin ölüsü kendine acıysa, herkesin öfkesi kendine haklıysa ve nefret giderek en büyük hakikat haline geliyorsa nerede kalır bayram, nasıl kutlanır? O halde “bayram benim neyime”?
Oldu mu şimdi, diyebilir kiminiz, bayram günü böyle bir yazı uydu mu? Belki de haklısınız! Biraz zorlayarak, çocukluk anılarından, hayatın hoşluğundan, gelecek güzel günlerden söz eden beylik bir bayram yazısı da yazabilirdim muhtemelen. Lakin böyle durumlarda, aklıma hemen Melih Cevdet’in “yalan” adlı şiiri geliyor ve teslim alıyor kalemimi:
Ben güzel günlerin şairiyim
Saadetten alıyorum ilhamımı
Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum
Mahpuslara affı umumiden...
Çocuklara müjdeler veriyorum
Babası cephede kalan çocuklara...
Fakat güç oluyor bu işler
Güç oluyor yalan söylemek...
Erken kalktım şu bayram günü. İçimde sevinç yoktu, neşe yoktu. Şeker tadında bir yazı yazamadım, bu haldeyken yazamazdım da. Edip Cansever’in şu dizeleri vardı aklımın bir köşesinde. Ruh halimi her zaman karşıladığını söyleyemem bu dizelerin; ama bugün tam da öyle hissediyorum:
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Her şeye rağmen “iyi bayramlar” demek isterdim, ama dilim dönmüyor. Dilimde Kayahan’ın “bugün aslında bayram” şarkısı varken, nasıl dönsün?
Bu gün günlerden bayram
Barış amcan da gitti
Şimdi işler daha zor...
YAZARIN DİĞER YAZILARI
- Barış - ya da kandan kına yakılmaz
- Seçim sonuçları, yeni dönem ve yeni muhalefet
- Seçim sonuçları, yeni dönem ve yeni muhalefet
- ‘Kürtlerin nabzı’ yazı dizisinin kısa hikayesi
- Newroz 2015: Yeni başlangıç, yeniden inşa
- Hrant’ın vasiyeti
- IŞİD’in Kobanê saldırısı ve Türkiye’nin yol ayrımı
- Barış - ya da kandan kına yakılmaz
- Milliyet’ten akil insan Sancar da uzaklaştırıldı
- Siyasi kibir ve milli kibir
- Otomatik otoriter ruh
- Dil meselesi
- Hangi yol, hangi harita
- Esaslar ve teferruatlar
- Öfkelerimiz ve biz
- Nakarat
- Yaz ortasında üşümek
- Ölümcül paradoks
- Türkiye’nin derin anayasası
- Tanımlama iktidarı
- Hükümet ve yargı
- Siyaseti savunmak
- Dilden siyasete açılan kapı: Galler örneği
- Müzakere neden kötü olsun
- Siyaset, aktörler ve Kürt sorunu
- İktidar sinizmi
- Siyaset ve hubris
- Medeniyet kaybından toplumsal çözülmeye
- Kötülüğün sınırları
- 24 Nisan
- Irkçılık zehri
- Sokağın hafızası
- 12 Eylül’ü yargılamak!
- Ölüm patikası mı, hayat yolu mu
- Cehennemin öbür adı
- Polis, yargı, demokrasi
- Anayasa, çürüme, kirlenme
- Irkçılık ve nefret
- Anadilimiz ve hikâyemiz
- ‘MİT krizi’nde aktörler ve faktörler
- AKP: Hangi tarz-ı siyaset
- Kayıplar, ‘Kara Yara’!
- Tuhaf zamanlar
- Katmerli katliam
- Küresel hafızaya karşı ulusal savaş
- Bireysel vicdan ve kolektif vicdan
- Soğuk Savaş kültürü
- Dublin’de ne arıyorduk
- Barış ve sonrası
- Barış sürecinin aktörleri
- Dersim ve hesaplaşma
- KCK operasyonları ve devlet aklı
- Duvara karşı
- Deprem, nefret ve savaş
- AKP statükonun neresinde
- Müzakere
- Şiddetten çıkış yolları
- Söz hiç biter mi
- Şiddetin sarkacı
- Britanya’da ne arıyorduk
- ‘Barış, bir süreçtir; bir sonuç değildir’
- Temas dönüştürür!
- Oyun
- Bob Dylan, ses ve sahicilik vs.
- UÇRUMUN KRNARI
- Araf
- Yasaklanan ve tutulmayan yas
- Listelerden fal bakmak: AKP
- Meşkukiyet, mesuliyet, meşruiyet
- AKP nereye koşuyor
- Huzursuz topraklar
- Nedir bizim tek gerçeğimiz
- Kürt sorunu uykuyu sevmiyor
- Polis şiddetinin kaynağı ve hedefi
- CHP’de yenilenmenin anlamı
- Dönüşüm sürecinin dinamikleri ve CHP
- Bayram ve anadili
- Almanya’dan Türkiye’ye çokkültürlülük tartışması
- KCK davası ve Dreyfus olayı
- Kusturica, geçmiş ve vicdan
- Antika Pazarı ve Köhnemiş sistem
- SON YAZISI
- Anayasa ve toplumsal gerçeklik
- BARIŞIN DİLİ
- Eski tarz-ı siyasete karşı evet
- BARIŞA EVET
- Demokrasi Yürüyüşü
- O “devlet politikası”ndan nasıl kurtuluruz
- Çözümsüzlükten ırkçılık batağına
- 12 EYLÜLLE HESAPLAŞMAK
- DEMOKRASİ VE FUTBOL
- Futbol ve Demokrasi
- ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN VE ÇÖZÜMÜN BEDELİ
- YALAN VE APTALLIK
- YAZMAK MI ZOR SUSMAK MI
- 27 Mayıs’ın efsunu
- Ankara’da kış, Nusaybin’de bahar
- Paternalizm ya da demokrasi
- Küller arasından ‘min dît’
- Sürgün, Vurgun, Ölüm
- Daha fazla demokrasi için...
- Anayasa tartışmaları ve demokratik siyaset
- Anayasa paketi ve demokrat tutum
- Müzakere ve çözüm deneyimleri
- Olağanlaşma, siyaset ve adalet
- Balyoz, zamanlama ve Weimar
- Travma ve kelepçe
- Negatif değil demokratik siyaset
- Mahçupyan’ın refleksi
- Yıkıcı refleksler
- Yangın her yeri sarmadan...
- Evrensel vicdan, nedamet ve özür
- İktidar kaybı ve Hınç
- Yolun sonu görünüyor
- Siyasetin dönüşü, siyasete dönüş...
- Vicdanî kanaat ve hakkaniyet
- Lisan bizi ne zaman böler?
- Demokratik diyalog ya da…
- Yalanın iktidarı çözülürken